KONFİÇYÜS’ÜN DEDİĞİ GİBİ: HAYAT GERÇEKTE BASİT, ONU KARMAŞIK HALE GETİREN BİZİZ!
Artık çok da iç içe yaşadığımız virüsün bize Sadeleşme daveti üzerine yazmak istediğimi belirtmiştim. Aniden çıkagelen bu davetsiz misafirin getirdiği mesaj üzerine bu yazacaklarım. Kendisini tanımak ve anlamak çok vakit alsa da, fiziksel olarak yapmamız gerekenleri az çok öğrendik.
Fakat bize getirdiği mesajı tanıyıp anlayabildik mi?
Doğanın bizi eve kapatıp kendisini bir taraftan temizlemeye çalışırken kontrolü ele aldığı, hatıralarımızdan kolayca silemeyeceğimiz, adını koymakta zorlandığımız bu zamanı yaşarken, bunu Doğanın bir uyarı işareti olarak görmemek, algılamamak mümkün mü? Doğanın geçirdiğimiz bu dönemde, ne kadar temizlendiğini, tüm canlıların, biz hariç(!), ne kadar özgürleştiğini görmek ve bunun kalplere dokunmaması mümkün mü?
İşaret neler olabilir?
Bu işaret benim için Sadeleşmek…
Sadeleşmek hayatı basitleştirmekle başlar. Sade giyinmek, sade yemek, sade yaşamak, sade düşünmek. Böyle bir yaşam tarzının getireceği kolaylığı göz ardı edebilmek mümkün mü? Bu düşünceler ilk etapta, size biraz uzak gelebilir, ancak sizi üzerinde daha derin düşünmeye davet ediyorum.
Sadeleşmeye zihinlerimizden başlasak…
Hayat ve genel olarak her şey karmaşık diye düşündüğümüzde, korkuyoruz, esnek olamıyor ve çözüm bulma kapasitemizi de yitiriyoruz. Çok düşündüğümüzde ve analiz ettiğimizde zihnimiz ağırlaşır ve çözüme ulaşıncaya kadar, eğer ulaşabilirsek, zihinsel olarak çok yoruluruz. “Çok düşünmek, çok yemek gibidir” denir. Aşırı yemekle sindirim nasıl zorlaşır ve sizi enerji olarak ağırlaştırır ve yavaşlatırsa, çok düşünmek de yorulmaya ve enerji yitimine, hatta daha ötesi bazen felce neden olur. Yani harekete geçemeyiz bir türlü.
Tam tersini yapsak; daha sade ve basit düşünmeyi ve olmayı seçsek ne olurdu?
Daha basit bir yaklaşım, sorunlara çözümün bir adım ötede, bir düşünce ötede olduğuna inanmakla ve zihni sessizleştirmekle başlar. Bunun bize getireceği iyilik; kendimizi sorunlardan bağımsızlaştırdıkça, içimizdeki bilgeliğin ortaya çıkmasına sessizce izin vermektir. Bir lotus çiçeğini bağımsızlık sembolü olarak çok sık hatırlarız. Kirli bir gölün içinde yaşıyor olmasına rağmen, yapraklarının yüzey yapısı nedeniyle üzerinde su tutmaz. Buna lotus etkisi deniyor. Lotus çiçek açtığında, taç yaprakları üzerinde bir damla kir bile yoktur. Sudaki çamur ona dokunamamıştır bile. Lotusun bilgeliği taç yaprakları üzerinde balmumuna benzer bir sıvı oluşturması ve bu şekilde çamurun kendisine bulaşmasına izin vermemesidir. Lotus aynı zamanda çok da dayanıklı bir bitki. Ondan kirlenmemek, etki almamak ve ayakta durabilmek konusunda öğrenecek çok şey var.
Sorunlardan ya da durumlardan en az etkilenmek, bağımsızlaşmak nasıl mümkün olur?
Yanıt da çok basit: Seyirci olabilmekle…
İçinde bulunduğumuz olaydan, yaşadığımız sorundan kendimizi zihinsel olarak geri çekerek, olaydaki ya da sorunun içindeki yaşanmakta olan duyguların kendimize bulaşmasına engel oluruz. Aynı sinemada bir seyirci koltuğunda oturup izlermiş gibi. Üzerinde oturduğunuz sandalyenin yerini, ancak ayağa kalkıp değiştirebilirsiniz. Üzerinde hala otururken çok kısıtlı bir hareket imkânı vardır. Bağımsızlaşmak tam da bu sandalyeden kalkmak gibidir. Zihninize; farklı yönlere bakıp, değişik bakış açılarından durumu, sorunu görebilme imkânı verir.
Bağımsızlaşmak, hayatın bağımsız gözlemcisi olabilmek, duygusuz yaşamak değil, aksine duyguları yönetmeye imkan veren zihinsel bir pratiktir. İlginizi çektiyse, denemeye başlayabilir, benimle sonuçları paylaşabilirsiniz.
Sadeleşmek için bir başka alan, ihtiyaçlarımız. Evde kaldığımız dönemde, bize zor gelmiş olsa da, ne kadar azla yaşayabileceğimizi görme durumunda kaldık. Aşırı tüketme eğiliminin ihtiyacı olan diğerlerini zor durumda bıraktığına şahit olduk, hatta bazen olanı biteni görüp gülümsedik. Ancak açgözlülüğün ve aşırı arzuların hayatı nasıl karmaşık hale getirip sorunlar yaratabildiğini de hissedebildik mi?
Aşırı satın alma eğilimi, kendimizi güvende hissetmek için, evet, fakat bencilliğimizi de fark etmemiz gerekmiyor mu?
“Şuna, buna gerçekten ihtiyacım var mı? Yoksa sadece istediğim, çok istediğim için mi alıyorum?”
Güvende olduğumuz hissinin, daha çok satın alarak değil, yeteri kadar alarak, elimizdekilerin yeterli ve bol olduğu hissiyle, elimizdekilere şükredip huzurlu ve hoşnut kalabilmekle mümkün olabileceğini idrak etme zamanı artık gelmedi mi?
Bana ve çevremdekilere, doğaya zarar veren davranışlarımı ve kökenindeki zihinsel kalıplarımı görmek üzere gözlerimi biraz da içeriye çevirebilir miyim?
Zihnimi ve kalbimi olumsuzluktan temizlemeye başladığımda, belki de dışarıdan bile daha çok içeriyi kirlettiğimi, zihnimde ve kalbimde çöplerle yaşadığımı görme zamanı artık gelmedi mi?
İnsanlığın büyük bir kısmı dışarıdaki çöpü, kirlenmeyi, doğanın açı çektiğini hala göremese de, bu uyarı işaretlerinin etkili bir sonuç yaratacağına hala umudum var.
Kalplerde ve zihinlerde yaratılan temizlik, şikayet etmeden sorumluluk alınabilen, içten içe daha güçlendiğimiz, esnenebilen, yön duygusunu kaybetmeden, daha anlamlı, tatlı bir keyifle, hafif bir hayatı sürdürmede en büyük yardımcımız olabilir.
Daha söyleyecek çok şey var… Bir dahaki yazıya kadar, sevgiyle…
Neşe Akar